9 Şubat 2015 Pazartesi

başka

yarın yolcuyum yine. vedaları sevmem. bir yerlerden, birilerinden ayrılmak kötü ama asıl kötü olan beni düşünmeye sevk etmesi. az önce duşta şunun kanaatine vardım. ben özlemekten değil özlenmekten korkuyorum. sonra düşünmeye devam ettim, bu iyi değil. dur durak bilmiyor çünkü. bir düşünce diğerini doğuruyor. sonu yok bunun. neden özleneyim ki? bir cevabım yok. kendimi özel hissederim, diğer insanlardan farklı, diğerlerinden üstün. bunu kanıtlamak istedim ve neden özel olduğumu sordum. ne yazık ki yine cevap veremedim. soruları bildiğim halde sınavdan çakıyorum galiba.

düşüncelerim özel olduğumu söylüyor ama beynim hayır değilsin diyor. yine çelişiyorlar benim suçum değil kimsenin suçu değil esasında. gerçekte olanlar ve olduğuna inandıklarımız aradaki çizgi gittikçe belirsizleşiyor sonunda kayboluyor.

şarkılarda kendimi arıyorum, yokum. kitaplarda, filmlerde hiçbirinde yokum. bir başka kitap okuyorum, mutlaka birisi beni yazmış olmalı veya bir yönetmen en şaşalısından benim filmimi çekmiş olması lazım. ama galiba ben o kahramanlardan değilim. kendimi aramak için dışarı bakmak istemiyorum. benden binlerce olmasından korkuyorum. bazen çok saçma bir şey düşünürüm ve 7 milyar kişi içinden bir tek benim bunu düşündüğümü bilirim. özel değilim de neyim o zaman?

o zaman herkes kendi içinde özel olamaz mı? bunu da kabul edemiyorum, diğer insanlardan bir farkım olmalı. aslında yok. bir şeyleri değiştirmenin hayalini kurarım hep ama değişmeyeceğini bilirim. peki gerçekten neden herkes özel olmasın ki? toplum denen canavar bizleri tekdüzeliğe itmiş. herkes bunun bir parçası olmaya çalışır, dışında kalmaktan korkar. toplumun dışında kalmak insan olmanın özgünlüğünü koruyabilir mi acaba? bir şeyler yazdım işte bir yere varamadım. sadece daha fazla düşünmek istemiyorum.

18 Ocak 2015 Pazar

MUTLU BİR PAZAR SABAHI

Güneşli bir pazar sabahı rahatsız bir bilgisayar koltuğundan hepinize iyi günler.
Pazar sabahları güzel mi olur, mesela bugün hava güneşli, ben güneşli havaları sevmiyorum, yoksa havalar sıradan insanlara mı güzel? yok yok yok bir insan bu kadar bencil olamaz değil mi...

Sadece yağmurlu havalar daha anlamlı daha duygu yüklü gibi, sanki geçmişimizde yağmurlu havalara dair daha güzel hatıralar var, mesela çok güzel güneşli bir havada başımıza gelen kötü bir olayı sadece olayla hatırlarız, ama yağmurlu bir havada başımıza istemediğimiz bir olay gelse, sevgilimizden ayrılsak yağmurlu bir havada tam ıslanırken mesela, yapacağımız geyik şu olur "yağmurlu bir hava idi, o yağmurdan daha sertti" falan filan yağmurun bu güzelliği varken hatırlatma hatırlanma ihtimali varken güneşi sevmemekte haksız mıyım sayın okuyanlar?

"Yağmur Altında Öpüşmek


hava kararmıştı
yağmur yağıyordu
dudakları sımsıcaktı
elleri üşüyordu
bir öptüm
bir daha öptüm
kimseler görmedi öpüştüğümüzü
yağmurdan başka
iki gözüm çıksın
şimdi ne zaman yağmur yağsa
utanıyorum… 

Ümit Yaşar Oğuzcan


Güzel bir şiir Yağmur şiiri yazımı sonlandırıyorum, kendinize dikkat edin.

6 Ocak 2015 Salı

ben yine yazıyorum, o hiçbir zaman okumayacak.

uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımla buluştum bugün, gider yemeğimizi yer sonra da iki bira açıp eski günlerden konuşup eğleniriz diyordum, olmadı. o da gelmiş selamlaşmadık bile neden bilmiyorum, yüzüme baksa gidip sarılacaktım ona sarılamadığım günlerin hatrına. merhaba dedim önce tüm muzipliğimle duymadı yoksa içime mi konuşmuştum, bilmiyorum. tek fark edebildiğim onu görünce hala elimin ayağımın birbirine dolanıyor oluşuydu. seslenmek, konuşmak istiyordum, her şeyden çok istiyordum ama yapamadım. yine söyleyemedim onu ne kadar özlediğimi de sevdiğimi de. dedim ya hissizleşmiştim, içimde sevgi adına hiçbir şey kalmadı sanıyordum, yanıldığım da pek söylenemezdi ya zaten. bütün sevgimi onun bir daha kapağını hiç açmayacağı bir kitabın içine saklayıp ona vermiştim ben. insan bir kez sever, ben bir kere sevdim çok kere kaybettim. alışkınım artık rol yapmaya. o eski hatırladığı ben gibi geldim bu sefer karşısına tekrar bana ismimle seslenişini, gülüşünü ama ona buna değil bana gülüşünü görememek öyle muazzam derecede acı veriyordu ki. konuşmaya da başlamıştık artık eskisi gibi, ben konuşuyordum, o bana gülüyordu. o gülüyordu, ben gülüyordum. ben seviyordum o... ayrıldık az önce. ben yine seviyorum, o yine bilmiyor.


21 Aralık 2014 Pazar

Ben bu yazıyı sana yazdım.

Bu yazım küçük yaşlardaki ben'de başlıyor, evet evet küçük yaşlardaki ben.
Bu yazı, sevginin bünyede henüz masum olduğu yaşlarda saf, temiz ve bir o kadarda salak olduğu.
Uyuyordum herkes gibi sıklıkla, şimdiki gibi aniden uyanmama sebep olacak şeyler yoktu hayatımda olabilecek en korkunç en ani şeyim yalnız kalmak olurdu, şimdi her ne kadar alışsam da.

Sonra biraz büyüdüm, küçük küçük heveslerim oldu, platonik baharlar misali bu cümle çok saçma olsa da.


Sonra büyüdük rolleri değiştik sen uykuya, hayallere daldın, hiçte uyanmaya niyetin olmadan.
Fark etmeden çok şey değişti hiçbir şey değişmese de sen değiştin öncelikle...Uyurken hem de.


Çok geç anladım, henüz uykudasın kadın ölünce uyanacaksın.





Bu yazımda bana ilham veren  sarışın ilham meleklerime çok teşekkür ediyorum.

17 Aralık 2014 Çarşamba

Sudan Korkmak

Başlığın adı çok mu acayip oldu ne, evet bazen korkuyorum ben sudan, ıslanmaktan,arınmaktan neydi bunun sebebi senle olan her şeyden arınma korkum mu, senle, senin gibi, sana bağlı, her şeyden arınma korkusu mu ? yoksa açık yaralarımın ağrıması tedirginliğimi senle olan ?  bu yazı bir nevi alkolikken yazılan yazılan yazılar tadında sayın okuyucular.


Hatta tam sarhoş muhabbeti olsun mu "kardeşim bak ne demiş Atilla İlhan"


"sen söyle serseriler kralı istanbul

sen söyle iki gözüm

hangi merhem çâredir şu bizim yaramıza"



Bunu demiş tam olarak, açık yaralarımızın kapanmaması durumu, hangi merhemin çare olacağı durumu.


Atilla İlhan romantizmini geçtim, ne kadar bu güzellikleri okusan etsen boş içindeki güzellikler sağır ve dilsiz olduktan sonra.Sudan korkan gözlerim ve bedenimle bunları yazdım ben sana hemde daha sonra bunları okuyunca utanacağımı daha da korkacağımı bilerek ve hissederek, daha anlamlısı olamazdı sanırım... 


bu yazı tüm sahipsiz aşklarıma gelsin.





bu yazımda gerek şiirleriyle gerek bana verdiği ilham kaynağından ötürü Atilla İlhan'ı saygı ve sevgiyle anıyoruz.







6 Aralık 2014 Cumartesi

başlık bulmayı sevmiyorum ki ben


değişik bir konsept yapayım dedim ne düşünüyorsam, aklıma ne geliyorsa onu yazacağım bugün. hiç bir düzen yok, tema yok. yani böyle ilginçli bi şey de olabilir saçma da henüz net bir fikrim yok açıkçası eğer orda okuyan birileri varsa yorumu sizlere bırakıyorum.

kurtarılamayan şaheser

mevzubahis şairin en büyük arzusu her ne kadar sevgilisine kavuşmakmış gibi görünse de asıl derinlerdeki gizli kalmış isteği kendisini beğendirmektir. bu yolda aşk acısı sandığı şey ise beğenilmemenin verdiği düş kırıklığıdır ki bu da insanın kafasındaki aşk olgusunu sorgulamasına neden olur.

neden bizi sevmeyeni severiz, neden hep zoru seçeriz? aşk dedikleri şey bizim düşündüğümüzden farklı olabilir mi acaba? neyse ben az susayım da hikayeyi okuyun.




genç şair siyah meşin ciltli ufak kitabı havaya kaldırarak bağırdı:

-bundan daha yükseğinin bulunduğunu söyleyemez, sevgilim benim eserimden daha güzelini okuduğunu iddia edemez ya.-

gözlerinde, erimiş bir madenin oynak parlaklığı ve yanık yüzünde bir ekmek kabuğunun kırmızımtırak donukluğu vardı.